TC’nin Kobani karşısındaki tutumu açısından son derece hızlı bir durum değişikliği yaşandı. ABD son on günde, daha önce ağırdan aldığı Kobani etrafındaki bombardımanı yoğunlaştırdığı gibi YPG ile de açıkça işbirliğine girişti. YPG’den bir kişi bombardımanların yönetildiği merkeze koordinasyona yardımcı olmak üzere alındı ve böylece bombardımanların daha etkin olması sağlandı. RTE Pazar günkü konuşmasında (19.10.14) şöyle dedi: “Son günlerde bir şeyler dolaşmaya başladı. Nedir o? PYD’ye silah desteği vermek ve PYD’ye verilecek silah desteğiyle IŞİD’e karşı burada bir cephe oluşturmak. Tamam da PYD şu anda bizim için PKK ile eştir, o da bir terör örgütüdür. Bir terör örgütüne kalkıp da bize dost olan NATO’da beraber olduğumuz Amerika’nın böyle bir desteği, açıktan açığa söyleyerek bizden ‘evet’ ifadesini, yaklaşımını beklemesi çok çok yanlış olur, böyle bir şeyi bizden beklemesi mümkün değil, böyle bir şeye de biz ‘evet’ diyemeyiz.”
“terörist” PYD’ye ABD’den silah yardımı
Obama RTE’nin „yanlış olur“ dediği işi bu kez kendisi yerine getirdi ve RTE’nin bu lafları ettiğinin ertesi günü ABD uçakları Talabani’nin temin ettiği söylenen askeri ve insani malzemeyi uçaklarla havadan Kobani’ye indirdi. Beyaz Ev sözcüsü de Türkiye’ye sordunuz mu sorusuna „haber verdik“ demekle yetindi. Sanki ABD’nin atacağı adımlar için kendi kendine gelin güvey olan RTE’nin “evet” demesini beklediği vardı!
Yine TC’nin, PKK’nin bir uzantısı olarak görüp terör örgütü saydığı PYD’ye yardım etmenin bir sorun oluşturup oluşturmadığı sorulduğunda da, aynı sözcü „ABD yasalarına göre PYD terör örgütü değildir .“ dedi.
RTE’nin düşman ilan ettiği ve yıkmaya çalıştığı Suriye rejimine karşı mücadele eden ve kendisini savunmak için oluşturulmuş olan bir örgütü nelere dayanarak terör örgütü olarak damgaladığını anlamak mümkün değil; kendilerinin de bunu izah etmesi epeyce bir akıl oyunu gerektiriyor. TC’nin barış görüşmeleri yürüttüğünü iddia ettiği PKK ile bağlantısının olduğunu söyleyerek bu bağlantının otomatik olarak TC’nin de düşman olduğu başka bir ülkede savunma faaliyeti sürdüren bir örgütü nasıl terör örgütü kılacağını anlamak mümkün değil. Kuzey Kürdistan Kürtleriyle “barış” yapacak, Güney Kürdistan Yönetimiyle en yakın ilişkileri sürdürecek ama İslam devleti tarafından katliamdan geçirilme tehdidi altında bulunan Rojava Kürtlerini terörist ilan edecek. Her şeyleri yalan üzerine kurulu.
PKK yeniden terör örgütü
Elbette işin daha başında da bir başka büyük problem var: PYD’nin terör örgütü olarak, nitelenmesinin Kobani’ye yardım meselesi dolaysıyla öne çıkarılması. TC PKK’yi terör örgütü olarak haliyle damgalamıştı. Ne var ki, barış görüşmelerinin başlamasından beri bu mesele eski kategorik konumunu kaybetmişti. Kamuoyundaki tepkileri en aza indirme amacına da yönelik olarak „bölücü terör örgütü“, „terör örgütü başı“, „bebek katili“ gibi tahrik edici nitelemeler mümkün olduğunca kullanılmıyordu. Zira hükümet kararlı bir biçimde barışı getireceğini, PKK’yi dağdan indireceğini ve bu konuda da Öcalan ile bir mutabakata varmış olduğunu iki günde bir beyan etmekte ve bundan siyasal fayda temin etmekte idi. IŞİD‘in Kobani’ye saldırtılmasından ve Kobani‘ye yardım konusu gündeme geldikten sonra RTE ve AD’nin dilinden PKK’nin terör örgütü olduğu düşmez oldu. Hatta o kadar tehlikeli bir terör örgütü ki, onun dokunduğu PYD’de birden terör örgütü oldu. Üstelik bu ikinci „terör örgütü“nün eşbaşkanı Salih Müslim müteaddit defalar hükümetin davetiyle Türkiye’ye gelmiş ve devlet yetkilileriyle görüşmeler sürdürmüş biri. RTE maşallah iyi alıştı „teröristlerin“ topraklarında cirit atmasına!
İşte bu „teröristler“ şimdi en azından ABD’nin taşıyıcılığıyla Talabani’nin gönderdiği denilen silah ve insani yardım malzemelerini alıyor. RTE ve avanesinin beyanları ve tutumları gerçekten ipe sapa gelmez bir nitelik kazınmış durumda.
Kobani’ye Peşmerge göndermek
Ama mesele burada bitmiyor tabi. Tam tersine burada bir başka büyük mesele başlıyor:
TC’nin birdenbire Barzani’nin göndereceği peşmergelerin geçişine izin vermesi. Neresinden baksanız şaşırtıcı bir adım. Bu zamana kadar Barzani’nin yardım “edememe“ gerekçesi TC’nin geçiş için izin vermemesi idi. Ne var ki, ABD‘nin silah yardımının ortaya çıkmasıyla birlikte birden Barzani’nin önü açıldı ve Kobani’ye Türkiye üzerinden peşmergelerin taşınması kabul gördü. Bu tutum değişikliğine, ne ABD’nin baskılarının yol açtığını, ne de RTE’nin yüreğini yumuşatan Barzani‘nin ricalarının rol oynamış olduğunu söyleyebiliriz. Bu işte RTE’nin ortaya çıkan yeni durumdan yararlanma üzere bir oyun kurduğunu en azından Kobane Kantonu eşbaşkanı Enver Müslim’in şu sözlerinin irdelenmesinden çıkarmak mümkün:
“Peşmerge’nin bize gelmesinden çok, bize silah gerekiyor. Eğer Peşmerge gelecekse YPG ile irtibata geçsin. İhtiyaç olursa, YPG ‘gelin’ der. Eğer olmazsa ‘silah yardımı yapın’ der. İhtiyaç olmazsa Peşmerge, kendi bölgesinde IŞİD’e karşı savaşsın, bize silah da göndersin. Savaşacak gençlerimiz var.“
Bu sözler apaçık biz burada peşmerge istemiyoruz anlamına gelmektedir. Zira Enver Müslim “İhtiyaç olursa, YPG ‘gelin’ der. “ diyor. Bu aynı zamanda onlara “gelin demedik” anlamına gelir.
Bu gelecek peşmergelerin daha önce Barzani tarafından toplanan Suriyeli Kürt askerler olduğu söylentisi de buna eklendiğinde, Kantonlarda çok başlı askeri güç yaratma yoluna gidilmek istendiği düşüncesi akla gelmektedir. Bu tam anlamıyla Rojava devriminin içten çökertilmesi hesabıdır.
Kobani kantonu sözcüleri ta başından beri şunu söylemektedirler: Biz buraya kimsenin asker göndermesini istemiyoruz. Ne ABD, ne Türkiye. Bizim istediğimiz, İslam Devletine yardım edilmesin ve bizim silah temin etmemize engel olunmasın. Parasını da kendimiz verelim ve satın alacağımız silahların geçişine izin verilsin.
Yeni taktik:
Rojava devrimini içten yıkmak!
RTE bu tutum değişikliğiyle bir önceki taktiğini değiştirdi. Neydi bir önceki taktik: İslam Devletini Kobane üzerine gönderip kısa bir zamanda yıkılmasını sağlamak. RTE bu hevesini Antepte Suriyeli mültecilere verdiği “Kobani düştü düşecek!” müjdesiyle sergilemişti. Bu beklenti içerisinde olan RTE’nin hesabı daha da temelliydi: direnişçilere yardım edilmesini engellerken, şehrin boşaltılmasına mümkün olan yardımı yaptı. Böylece meseleyi dünya gözünde “iki terör örgütünün çatışmasına” indirgeyeceğini ve müdahale edilmesini önleyebileceğini düşünüyordu. Ardından da İslam devleti kazandıktan sonra kurtarıcı olarak müdahale edecek ve eldeki Arap nüfusu buralara yerleştirip Kürt çoğunluğun ortadan kalkmasını sağlayacak ve böylece Kanton gibi bir yapı kalmayacaktı. Ama Kobane’nin muazzam direnişi bu hevesi kursağında bıraktı. Direnişin yarattığı dünya vicdanı ve ABD’nin esasında İslam Devleti (İD) güçlerini Irak’tan çıkarıp Esad’ın başına bela etme doğrultusundaki hesabının Kobane’ye takılıp kalması ABD’yi İD güçlerini buradan uzaklaştırmak zorunda bıraktı. ABD’nin böyle bir adımı atması RTE’nin taktiğinin de sonunun gelmesi demekti. Bu nedenle RTE ABD yardımıyla muzaffer olacak bir PYD’yi engelleyebilmek için şimdi işe müttefiki Barzani’yi karıştırmaya karar vermiş durumda. Muhtemeldir ki, Hewler de Salih Müslim’le yapılan görüşmelerde Kobane kantonunun tek başına PYD’nin elinde kalmamasına çaba gösteriliyor. Bunu için Suriyeli diğer Kürt partileriyle görüşmeler yapıldı ve yeni bir uzlaşma zemini yaratılmaya çalışıldı. İddialara göre 5 maddelik bir anlaşmaya varıldı.
TC’nin Peşmergenin Kobani’ye ulaşması için koridor açmasını ABD’nin hava yardımlarını kesmek için bir manevrada olabileceği söyleniyor. Aslında bu iki durumun birbiriyle çelişen bir yanı yok. Tersine birbirini tamamlar mahiyetteler. ABD dış isleri sekreteri Kerry Endonesya’da yaptığı açıklamada “Bizim net bir şekilde söylediğimiz şuydu: Bunu (IŞİD’e karşı savaşı) devam ettirecek olan Peşmerge ya da diğer grupları oraya (Kobani) vardırmamıza yardım edin, biz de bunu (silah yardımı) yapmak zorunda kalmayalım.” demişti. İşin esası ABD de, mecbur kalmasa, RTE’nin İD ve Esad takıntılarına takılmasa PYD’lilere hiz de yardım etme niyeti yoktu. Kerry’nin şu sözleri neden mecbur kaldıklarının bir kısım gerekçesini açıklıyor: “IŞİD, Kobani denilen bu yerde büyük bir sayıyla varlık gösteriyor ve bizim dostlarımızın, Türklerin karşı çıktığı bir grubun bir şubesi olan, küçük bir insan grubuna saldırarak bu çatışmayı sürdürmeyi seçti…. IŞİD’e karşı yiğitçe savaşıyorlar ve biz burada buna gözlerimizi kapayamazdık. IŞİD’le savaşan bir topluluğa sırtımızı dönmek, özellikle de şu sırada bizim için sorumsuzca ve ahlaken çok zor olurdu.”
Emperyalistlerin ne zamandan beri ahlaklı olduklarını soruşturmaya gerek yok. Daha Obama iki ay önce İD’nin Musul saldırısını, Şengal’de Ezidi katlimamını ve Telafer’de Türkmen katliamını, hatta Hewleri düşme aşamasına getiren gelişmeleri Maliki’yi düşürmek ve işbirlikçi bir hükümetin kurulmasını sağlamak için çok rahatça seyretmiş ve bunu ikrar da etmişti. Ama bir gerçek de var ki, tüm dünya kamuoyunun kendilerine “IŞİD’e karşı yiğitçe savaşan bu insanlara nasıl oluyor da gözlerinizi kapıyorsunuz?. IŞİD’le savaşan bu yiğit Kürtlere nasıl sırtınızı dönüyor, sorumsuzca ve ahlaksızca davranabiliyorsunuz? Sorularını sormakta olduğunu duyuyorlardı. Daha kötüsü bu sorular ABD’de de yüksek sesle dile getiriliyor ve Temsilciler meclisi seçimlerini kaybetmiş olan Demokratların 4 kasımdaki Senato ve gelecek yılki başkanlık seçimlerini de kaybetmelerine yol açacak ciddi bir dezavantajın oluşmasına RTE’nin hatırına daha fazla katlanamayacaklarını görüyorlardı. Sonuç RTE’nin İslam devletini ABD saldırılarından korumak için bulduğu kırk bahanenin kırkının ayakları birbirine takılınca ABD RTE’ye sadece “saldıracağını” bildirdi.
Kantonlar yıkılmalıdır!
Bugüne kadar herhangi bir yardımı Türkiye’nin izin vermemesine bağlayan Barzani’nin bu geçiş iznini ABD yardımının başlamasından sonra TC’den almış omasını hayra yormak mümkün değildir. TC dıştan İslam Devletini saldırtarak yıkamadığı Rojava devrimini bu kez de Barzani yardımıyla içten yıkabileceğini hesaplamaktadır. Silah geçirilmesine katı bir biçimde karşı dururken TC’nin birden bire bu plana evet demesinin bir başka anlamı yoktur.
Rojava kantonal yapısıyla Türkiye’de Kürdistan meselesinin çözümünün somut ifadesini gözler önüne diktiği için, RTE hükümetinin oyunlarını çok açık biçimde deşifre ettiği ve bir yönetim biçimi olarak aynısının Türkiye’de de var olabileceğini gösterdiği için RTE’yi çıldırtacak derecede rahatsız eden bir kurumlaşmadır. Çünkü onun Kürt halkının kollektif haklarına duyduğu en ufak bir yakınlık yoktur. Bir takım hak kırıntıları ile, PKK’yi köşeye kıstırıp razı edebileceği günlerin hesabını yapmaktadır.
Barzani için de, onun tüm serveti ve idareyi merkezin elinde toplayan anlayışına karşı, iktidarı yerellere yayan, tabana yakınlaştıran bir yönetim biçimi olması dolaysıyla en az RTE kadar cin ifrit edici bir özelliğe sahiptir. Ayrıca Rojava kantonlarının başarılı olması demek PKK’nin Güney Kürdistan’da da itibar kazanması ve iktidar tekelinin kırılması anlamına gelecektir. Zaten şimdiden İslam Devletine karşı verilen muazzam mücadelenin yarattığı sempatiyle Ezidi halkının kantonal özerklikten söz etmeye başlamış olması “mikrobun” yayılmaya devam ettiği konusunda Barzani için yeterince uyarıcı olmuştur.
Sonuç olarak, RTE rojava kantonlarının yıkılmasını canı gönülden arzularken, bunun olmadığı koşullarda Barzani yandaşlarının denetimine geçmesi ve böylece Türkiye ve diğer Kürdistan parçaları için örnek olma özelliğini kaybetmesi yeterli olabilir. Bu noktada çıkarlar çakışmakta ve ortak çözüm için kapalı kapılar anında açılmaktadır. Zira biraz gecikilir ve Kobani aldığı yardımlarla İslam Devletini TC’ye ve Barzani’ye rağmen püskürtür ve bağımsız bir biçimde kendi kaderine sahip olabilirse her iki taraf için de en istenmeyen durum ortaya çıkmış olacaktır.
Onun için kobaniye acilen peşmerge gitmeli!